Tırnak yeme, çocuklarda genellikle 3-4 yaş aralığında görülse de 15 ay gibi erken bir dönemde de görülebilir. Bazı kişilerde ergenlik ve yetişkinlikte devam eder. Tırnağı dişlerle koparma, koparılan parçayı yutma, tırnak kenarındaki etleri koparma ve yeme gibi çeşitli biçimlerde görülebilir. Genellikle stres, kaygı, veya sıkılma gibi duygusal durumlarla ilişkilendirilen yaygın bir alışkanlıktır. Bu davranış bazen çocuğun duygusal ihtiyaçlarının bir göstergesi olabilir ve ebeveynler için bu ihtiyaçları anlamaları ve çocuklarına nasıl yardımcı olabileceklerini öğrenmeleri önemlidir. Tırnak yeme davranışının nedenleri arasında anne babaların çocuklarıyla olumlu bir iletişim kuramaması ve çocuklarına yetersiz ilgi ve sevgi göstermesi, azarlanmanın ve eleştirinin çok olduğu aşırı baskılı ve otoriter bir disiplinin varlığı, yeni doğan kardeş kıskançlığı, sevilen birinin kaybı gibi stres unsurları, aile içinde tırnak yiyen bir aile üyesi modeli olması sayılabilir. Ayrıca tırnak yeme davranışı, saldırganlık dürtülerinin dışa vurumu ile güvensizlik, gerginlik ve öfkeyi giderme çabası da nedenleri arasındadır. Çocukların kendilerini rahatlatma yöntemi olarak başvurdukları bir davranış olabilir. Ancak, bu alışkanlık enfeksiyonlara yol açabilir ve tırnakların düzgün bir şekilde büyümesini engelleyebilir. Ayrıca, sosyal çevrelerinde alay konusu olmalarına neden olabilir, bu da çocuğun özgüvenini olumsuz yönde etkileyebilir. Ebeveynler tırnak yeme davranışının önüne geçebilirler. Özellikle çocukların öfke, üzüntü, korku, kaygı gibi baş etmekte zorlandıkları duygularını dışa vurmalarını sağlayacak şekilde iletişim kurmak, otoriter ebeveyn tutumundan kaçınmak ve güvende hissettirmek büyük ölçüde yardımcı olurken tırnak yeme alışkanlığını edinmiş çocuk kesinlikle utandırılmamalıdır. Baş edilemediğinde çocuklarla çalışan bir uzmandan profesyonel destek alınmalıdır.
Kaynak: Yaşar Kuzucu, Küçükler için Büyüklere (Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı)

 

 

Kaygı, hayati tehlike anında bizi uyaran ve koruyan temel duygularımızdan biridir. Herkes hayatının bir noktasında yoğun kaygı/ korku içeren durumlar yaşayabilir. Depremler, afetler, trafik kazaları veya ciddi ameliyatlar, hastalıklar gibi. Bazen de kaygı, iş hayatındaki stres, kişisel ilişkiler, finansal sorunlar veya sağlıkla ilgili endişeler gibi çeşitli faktörlerden de kaynaklanabilir.  Ancak, kaygının yoğunluğu ve sıklığı kişiden kişiye değişebilir ve bazen de günlük yaşamı olumsuz etkileyebilir. Kaygı bozukluğu olduğunda ise kaygı duygusu kişinin günlük yaşamını olumsuz etkileyebilecek kadar şiddetli ve sürekli olur.

Kaygının belirtileri arasında; sürekli endişe, huzursuzluk, kolayca yorulma, konsantrasyon güçlüğü, kas gerginliği ve uyku problemleri sayılabilir. Yetişkinlerde kaygı bozukluğunun tedavisi için psikoterapi, ilaç tedavisi ve yaşam tarzı değişiklikleri gibi çeşitli yöntemler bulunmaktadır. Özellikle BDT (Bilişsel Davranışçı Terapi, EMDR (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) gibi yaklaşımlar kaygı bozukluklarının tedavisinde etkili bir yöntem olarak kabul edilmektedir. Ek olarak, kaygı bozukluğu olan yetişkinlerin yaşam kalitesini artırmak için stres yönetimi teknikleri ve gevşeme egzersizleri de önemlidir. Ayrıca, sosyal destek sistemlerinin güçlendirilmesi ve olumlu düşünme becerilerinin geliştirilmesi de kaygıyı azaltmada yardımcı olabilir.

DSM-5'e göre, kaygı bozuklukları yüksek düzeyde korku ve kaygının varlığı ve buna yönelik davranışsal bozuklukları içerir:

- Korku, gerçek ya da potansiyel tehditlere verilen anlık duygusal tepki iken; kaygı, gelecekteki tehditlere yönelik beklentidir.

- Yaygın kaygı bozukluğu, günlük hayat için yeterli olay kaygı düzeyinin çok üstünde, kronik ve rasyonel olmayan bir kaygı durumudur.

DSM-5 tanı kriterlerine göre yaygın kaygı bozukluğu:

-          En az 6 ay süren aşırı kaygı ve endişe durumu

-          Kişinin bu endişeyi kontrol etmekte zorlanması

-          Kaygı ve endişe ile bağlantılı olarak en az 3 belirtinin görülmesi:

-          Huzursuzluk ya da heyecan duygusu

-          Kolayca yorulma

-          Düşüncelerini yoğunlaştırmada zorluk

-          İrritabilite (sinirlilik)

-          Kas gerginliği

-          Uyku sorunları

-          Kaygının klinik olarak belirgin strese veya işlevsellikte bozulmalara yol açması

 

 

 

 

 


Stres ve kaygı, sıklıkla birbiriyle karıştırılan iki duygusal durumdur ancak aralarında önemli farklar bulunmaktadır. Stres, genellikle belirli bir olaya, duruma veya talebe karşı vücudun gösterdiği fiziksel ve psikolojik tepkidir. Örneğin, iş yerindeki yoğun bir günün ardından hissedilen bunalma, gerginlik stresle ilişkilendirilebilir. Kaygı ise, genellikle belirsizlik içeren durumlar karşısında tetiklenen tehdit algısı, güvende olmama, huzursuzluk, tekrarlanan olumsuz düşünceler, endişe ve korku hissi ile karakterize edilir. Kaygı, stresten farklı olarak, belirli bir olaya bağlı olmaksızın ortaya çıkabilir ve kişinin günlük yaşamını olumsuz etkileyebilir. Stresin nedeni genellikle açıkken, kaygının kaynağı daha belirsiz olabilir ve kişisel yorumlara dayalı olabilir. Her iki durumda da kalp atımında hızlanma, hızlı nefes alıp verme, uykusuzluk, baş ağrısı gibi fizyolojik tepkiler görülebilir. Kaygının stresten daha uzun süreli ve derin etkileri olabilir. Kaygı ilaç tedavisi ve terapi ile iyileştirilirken stres kaynağı ortadan kalktığında stres de azalabilir veya ortadan kalkar.

 


Vagus siniri, vücuttaki en uzun sinirlerden biri olup, beyin sapından başlayarak karına kadar uzanır. Kalp, akciğerler ve diğer iç organların işlevlerini izler ve bilgi alır. Vagus siniri, tehlike algılandığında vücudun tepkisini düzenleyerek sizi güvende tutar veya tehlikenin varlığı düşüncesinden önce tehlike hakkında uyarır. Beyin, farkında olmadan çevredeki tehlike işaretleri için tarama yapar ve sizi dövüş veya kaçış için yüksek alarma geçirir veya aşırı durumlarda sizi kapatır. Aynı zamanda güvenlik işaretleri için de tarama yapar; bu da size sosyal olarak başkalarıyla etkileşime girmek için yeterli sakinliği sağlar. Vagus siniri, otonom sinir sisteminin anahtar oyuncusudur ve iç organlarınızı kontrol eder. Parasempatik sinir sisteminin önemli bir yolu olan vagus siniri, sempatik sinir sistemi ile birlikte otonom sinir sistemini oluşturur. Genellikle sempatik ve parasempatik sinirler senkronize bir şekilde çalışır ve birlikte homeostaz olarak bilinen denge durumunu yaratır. Yani korkutucu bir olaydan sonra beyne ve vücuda rahatlamasını söylemekten sorumludur. Sempatik ve parasempatik aktivitenin dengesinin bozulması, psikolojik bileşeni güçlü olan bir dizi fiziksel bozukluğun özelliğidir (örneğin huzursuz bağırsak sendromu) ve bazı beden psikoterapileri fizyolojik ve psikolojik dengeyi yeniden sağlamak için vagus sinirinin uyarılmasını hedef alır. Hem duyusal hem de motor lifleri içeren vagus siniri, hem duyumları hem de hareketi kontrol eder. Birçok dalı aracılığıyla yutmayı ve konuşmayı kontrol eder. Tat duyusunu ve kulaklar tarafından hissedilen duyumları taşır. Kalp, akciğerler, yemek borusu ve sindirim sisteminin geri kalanını kapsayan istemsiz kas ve bez kontrolünden sorumludur. Solunumu ve kalp fonksiyonunu, dahil olmak üzere kalp atış hızını kontrol eder. Vagus siniri aynı zamanda vücudumuzdaki stresi azaltmada çok önemli bir role sahiptir. Özetle, vagus siniri kalp, akciğerler ve beyin arasındaki mesajları aktarır. Vagus sinirini güçlendirici nefes egzersizleri (uzmanların önereceği şekilde derin diyafram nefesleri alıp vermek), meditasyon (topraklanma),soğuk suyla yüzü ve boyunu yıkamak, masaj, şarkı söylemek, rahatlatıcı müzikler dinlemek, sağlıklı beslenme, probiyotik ve Omega 3 gibi sağlıklı yağ asitleri takviyeli beslenme, dans etmek, yoga ve spor yapmak panik atakla baş etmede de yardımcı olabilmektedir.